The Devil All The Time, iyi bir hikayeye ama kötü bir anlatıma sahip. Özellikle film kendini sağlam bir zemine bağlamadığından, zaman ilerledikçe seyircinin üzerinde taşıması zor bir seyir keyfi kalıyor. The Devil All The Time‘ı bu kadar uzun süre heyecanla bekledikten sonra bununla karşılaşmak heves kırıcı ama yine de sahip olduğu hikaye ve oyunculuklar bu filmi kotarmaya yetiyor. Bayıldığımı söyleyemem ama fena bir film de izlemedim değil. Bu yazı yer yer keyif kaçırıcı spoiler içerir. Aman dikkat!
Filmdeki her sahneyi bütünden bağımsız düşüneceksek oldukça kaliteli nüanslar var. Ama filmin kendi içindeki çizgisinin ipleri sağlam olmadığından her sahne bir araya geldiğinde keyif vermekten ziyade ”Hmm bu da böyleymiş” dedirttiriyor. Özellikle karakterlerin motivasyonlarını göstermekte çok eksik ve başarısız kalıyor ve bu da karakterlerle bağ kurmamızı engelliyor. Hele ki final sahnesinin anlatmak istediği, filmin bütününde anlatılmak istenenle bağdaşmıyor. Seyircinin kulağına ne alt metinden böyle sesler geliyor ne de görsellikle anlatılandan. Filmin tanrı ile bir alıp veremediği var. Film, Russell ailesi üzerinden (charlotte‘nin ölüm döşeği) tanrı ile çatışma aktarmaya çalışıyor ve dediğim gibi ”sahne bazında” müthiş işler de çıkarıyor. Ama izlediği ritmi tutturamayarak bozuyor ve geriye nedeni muallakta bir hesaplaşma kalıyor.
Filmin başlangıcında izlenilen zamanda bir ileri bir geri kısmı ise oldukça gereksiz. Böyle bir şey yapılmasa da olurmuş çünkü hiçbir şekilde hikayeye bir katkısı yok. Vietnam savaşını üstü kapalı geçmeleri ve hippileri kısa bir yerde kullanmaları ise değişik bir tercih. Öte yandan filmin müzikleri ve tonlaması oldukça iyi. Her bir karakterin kendine ait bir hikayesinin olmasına ve her birine değinmeleri benim oldukça sevdiğim bir hikaye anlatım tarzı. Karakterlerin yavaştan bir araya gelerek hikayelerin kesişmeleri hoş olsa da filmin bazı açılardan yakalayamadığı ivme altyapısı yetersiz buluşmalara gebe kalmış.
Filmin süresi uzun ve maalesef yer yer ”sıkıcı” olmasına karşın oldukça eksik hissettiriyor. Örneğin Arvin ne ara bu kadar bilendi ve ne ara tüm bunlardan sıkıldı. Doğum günü hediyesi olarak aldığı silaha gerginlikle bakan ve babası gibi olmaktan korkan delikanlı ne ara ona dönüştü? Evet, tüm bu sorularıma cevap niteliği olmasa bile kimi sahnelerde buna değinildi ama o kadar ruhtan uzaktı ki bu bize geçemedi. Aynı şey Şerif Lee için de geçerli. Yozlaşmış bir polis olan Lee, ne ara kendinde olanlara dur deme gücü buldu? Hele üstüne tükürülmüş bir parayı bile almışken.
Karakterler gerçekten oldukça ilgi çekici ve hepsini izlemek olduça zevk verici ama filmin başarısız hikaye anlatımı güzelim karakterleri harcamış. Harcamış derken gerçek manada. On karakterin dokuzunun ölmesi adeta bir kefaret. Ölüm ise kefaretten çok kimileri için bir kurtuluş olması ise düşündürücü.
Kadroya tek sözüm dahi yok. Bu kadar yetenekli oyuncunun bir araya gelmesi zaten izlemesi ayrı bir keyif. Hele ki The Devil All The Time‘ın hikaye ve karakterleriyle. Tom Holland ne kadar yetenekli bir oyuncu olduğunu benim nezlimde kanıtlamış durumda. Robert Pattinson ise kendisini eleştiren herkesi tokatlamaya hazır. Mia Wasikowska daha otuz yaşında olmasına rağmen gözüme nedense yaşlanmış gözüktü. Kadroyu tek tek saymak istiyorum adeta.
Filmde oldukça efsanevi sahneler var. Roy‘un karısını öldürüp tanrıdan onu diriltmesini istediğinde nefesimi tutup izledim. Filmde en çok sevdiğim bir başka şeyse dış ses. Oldukça güzel kullanılmış…Öff! The Devil All The Time çok ama çok güzel bir film olabilirdi. Bu hatalarına rağmen sahip olduğu potansiyelle bile birçok kişiyi etkilemeye yeter.
The Devill All The Time belki bir film değil de dizi olsaydı çok daha iyi olurdu. Böylelikle karakterlerin motivasyonlarına ve daha nice şeye daha uzun odaklanılabilirdi. Kursakta kalan bir film diyelim o zaman. Her şeye rağmen izlediğime mutluyum.
Film çerezlik bir filmdi bana göre