Netflix’in ilk sezonuyla izlenme rekorları kıran Tarihi-Romantik dizisi Bridgerton 2. sezonuyla geri döndü. Hayranların büyük bir heyecanla beklediği bu sezon bakalım nasıl olmuş. İşte karşınızda Bridgerton 2. Sezon İncelemesi:
Bridgerton Neyi Anlatıyor?
Bridgerton, Julia Quinn’in aynı adlı kitap serisinden uyarlanan, 1800’lü yılların İngiltere’sinde geçen bir romantik dizidir. Seriye adını veren Bridgerton ailesine odaklanan dizide, kitaplarla paralel olarak, ailedeki 8 kardeşin gerçek aşklarını bulmaya çalışmalarını konu ediniliyor. Grey’s Anatomy dizisinin yaratıcıları ve yapımcıları Shonda Rhimes ve Chris Van Dusen tarafından diziye uyarlanan serinin başrolünde ise Adjoa Andoh, Golda Rosheuvel, Jonathan Bailey, Nicola Coughlan gibi isimlerle beraber anlatıcı bir dış ses olarak Julie Andrews var.
Her 8 kardeşin kendi hikayelerinin anlatıldığı 8 kitap bulunmaktadır. Bu kardeşler sırasıyla Anthony, Benedict, Colin, Daphne, Eloise, Francesca, Gregory, Hyacinth’tir. Dizide de başrol olacak kardeş kitaplardaki sırayla gitmektedir ama bazı olayların daha erken veya farklı şekilde gösterildiğini söyleyebilirim. Bir de kitaplarda var olmayan karakterler (mesela Kraliçe Charlotte) veya yan rolde bulunan bazı karakterler de (mesela Lady Danbury) başrollere getirilerek seri iyice geliştirilmiştir.
İlk Sezonda Neler Olmuştu?
Bridgerton 2. Sezon incelemesine başlamadan önce ilk sezonu hatırlayalım. İlk sezonumuzda kardeşlerin dördüncüsü kızlarınsa en büyüğü olan, artık evlenme yaşı gelmiş Daphne’nin sosyeteye ve kraliçeye takdim edilmesiyle başlamıştı. Daphne gerçek aşkı önce insanları kandırmak için birlikteymiş gibi yaparken sonrasında birbirlerine karşı hisleri oluşan Dük Simon’da bulmuş ve mutlu sonuna ulaşmıştı. Daphne ile birlikte komşuları Featherington ailesinin üç kızı Prudence, Philippa ve Penelope’de sosyeteye takdim edilmişti. Penelope, Bridgerton ailesine en yakın olanlarıydı çünkü Eloise ile çok yakın arkadaşlardı ve ikiside sosyetedeki diğer kızlar ve ısrarcı annelerden bıkmışlardı. Bir diğer yandan da Kraliçe Charlotte kendisini ve tüm sosyeteyi isim vererek eleştiren, dedikoduları yayan Lady Whistledown’ı bulmaya çalışıyordu.
İlk sezon kostümleri, başrol karakterlerin uyumu, mekanlar ve müzikleriyle izleyiciyi büyülemişti. Özellikle Kraliçe dahil olmak üzere başrol karakterlerin bir kısmının siyahi oyunculardan seçilmiş olmasıda çok dikkatleri çekmişti çünkü 1800’lerin İngiltere’sinden bahsediyoruz. Bu sezonlada hikaye kaldığı yerden devam ederek bu defa en büyükleri Vikont Anthony’nin aşkı bulma hikayesiyle devam ediyor.
İkinci Sezon Nasıl Olmuş?
Şimdi sizlere Birdgerton yorumlarımdan bahsedeceğim. Öncelikle bu sezon Bridgerton kitap serisinin The Viscount Who Loved Me kitabı baz alınarak çekilmiş. Ben de dahil olmak üzere kitapları okuyan çoğu izleyecinin en sabırsızlıkla beklediği sezon bu sezondu. Çünkü kitaplardaki en iyi aşk hikayelerinden biri Anthony’nin aşkıydı. Fakat hikayeyi kitaba oranla çok değiştirmişler ve bu beni aşırı hayal kırıklığına uğrattı. İlk sezonda da değişiklikler çoktu elbette ama ana hikaye baz alınarak daha dengeli ve ölçülü bir senaryo vardı, sıkmıyordu olaylar.
Bu sezonda ise resmen sıkıldım. Normalde kitapta çok akıcı bir hikayeyken dizi de bir üç bölüm kadar resmen hikaye akmadı ve benzer olaylar tekrarlanıp durdu. Bunun çekimlerin covid döneminde olmasıyla bir ilgisi var mı bilemiyorum. Senaryo ve diyalogların çoğu noktada zayıf kalması yüzünden oyuncular da bazı sahnelerin üstesinden tam olarak kalkamamışlar. Bu da seyir zevkini epeyce düşüren bir durumdu. Özellikle kitaplarda acısını epeyce hissettiğimiz Bridgerton ailesinin babasının ölüm anı ve aniden tüm sorumlulukların genç yaştaki Anthony’e kalması, bir yandan kardeşleri ve annesini toparlamaya çalışması, babası gibi genç yaşta öleceğini düşünmesi gibi dramatik ve güçlü bir hikayeyi tam olarak verememeleri dizinin en büyük eksisiydi.
Bir diğer yandan diziye bu sezon katılan Sharma ailesine geçelim. Ben bu aile için seçilen oyuncuları çok beğendim ve ailenin hikayesi genel olarak güzel oturtulmuş. Anne ve kızları arasındaki bağ izleyiciye güzel verilmişti. Kardeşlerden Edwina tatlı, daha uysal, sakin; Kate karakteri ise tam kitaplardaki gibi inatçı, korumacı, akıllı biri olarak karşımıza çıkıyor. Ama bu kız kardeşleri ana hikayeye bağlı kalmayarak neden Vikont için birbirine düşürdünüz?
Dizide bir aşk üçgeni oluşturmaya çalışılınılmış ama tam olarak becerilememiş. Bu konuda yine senaryo zayıflığından kaynaklanıyor yani küçük kardeş Edwina ne gördü de Anthony’le evlenmeyi bu kadar istemeye başladı? Kate karakterini gururlu, kardeşinden hiçbir şey saklamayan biri olarak gösterip bunun üstüne kardeşine Anthony’e bir şeyler hissettiğini söyleyememesi nasıl bir çelişkiydi? Hele Edwina ablasıyla Anthony arasındaki ilişkiyi nasıl anlayamaz? Bir de bunların üzerine Kate’i kötü gösterip, Edwina’yı masum olan olarak göstererek çoğu izleyiciyi resmen ana karakterden nefret ettirmişler. Senaryo vermek istedikleri konusunda bu şekilde hep çelişkiye düşerek bir izleyici olarak beni bıktırdı gerçekten. Son olarak sevmediğim son şeyse Kate’in şimşek korkusunun arkasındaki önemli olan hikaye nasıl anlatılmaz? Fragmanlarda bu hikayenin işlenildiği kütüphane sahnesini gördüğümde çok sevinmiştim ama fragmanda resmen kitapları okuyan izleyiciyi kandırmışlar o kadar beklenilen sahnede hiçbir şey olmadı.
Şimdi bu sezonda beğendiklerime geçelim. Lady Danbury ve Kraliçe yine sezonu taşımışlardı diyebilirim. Diyalogları çok eğlenceliydi. Eloise ve Benedict , Bridgerton kardeşlerden bu sezonu sırtlayanlar oldular diyebilirim. Benedict’in hayallerinin peşinden koşmak istemesi, kardeşlerini desteklemesi, anksiyeteyle boğuşması çok iyi işlenilmişti. Eğer değiştirilmezse önümüzdeki sezon kendisinin aşkı bulma macerasını izleyeceğiz.
Eloise’i ise Lady Whistledown’ı bulmaya kafayı takmış halde görüyoruz. Annesinin onu sosyeteden erkeklerle tanıştırmasından kaçarken ilk defa tanıştığı bir erkeğe karşı hisler beslemeye başlıyor fakat sonrasında işler pek yolunda gitmiyor. Tabi sonunda tüm ipuçlarını birleştirerek Lady Whistledown’ı bulmasıysa ayrı bir drama yaratıyor. Kitaplardan farklı olarak anlatıcı olan Lady Whistledown’ın kim olduğu dizinin ilk sezonunda gösterilmişti. Penelope’yi, Lady Whistledown olduğu anlaşılmasın diye çabalarken diğer yandan da karşılıksız olarak sevdiği Colin’le yakınlaşmaya çalışma çabasını görüyoruz yine.
Colin’in onun hislerini fark etmemesi ve onu sadece arkadaşı olarak görmesi ve arkasından dediklerini duyan Penolope’nin tam bir çöküş yaşamasını çok güzel işlemişlerdi. Üstüne bir de Eloise onun Lady Whistledown olduğunu anlamasın diye Eloise’i küçük düşürdüğü yazı sonrasında Eloise’in onun olduğunu anlaması ve ikilinin tartışması dizinin en can alıcı sahnesiydi diyebilirim. İkisi de birbirlerine yakın olduklarını ve sır saklamadıklarını düşünüyorlardı fakat gerçeklerin ikisi arasında ortaya döküldüğü sahnedeki diyaloglar ve oyunculuk çok gerçekçiydi.
Diğer yandan mekanlar, kostümler, saçlar geçen sezonki gibi mükemmeldi. Müziklerde ise ilk sezon olduğu gibi günümüz müziklerinin klasik müzik olarak uyarlanıp, kullanılması yine çok güzeldi. Bir dans sahnesinde birden kendimi Wrecking Ball’u söylerken buldum tıpkı geçen sezon Girls Like You’yu söylerken bulduğum gibi. Dizi de kullanılan bu fikre ben bayılıyorum. Anthony ve Kate’i canlandıran oyuncuların uyumu da çok iyiydi. Keşke onları daha iyi bir senaryoyla görebilseydik. Son olarak Daphne’yi her gördüğümde Dük’ü de görmek isterdim. İkisinin uyumu çok başkaydı.
Bridgerton 2. Sezon incelemesini burada bitiriyorum. Tarihi, Romantik konularda bir şeyler izlemeyi seven herkese bu diziyi kesinlikle tavsiye ediyorum. Sizlerin de eklemek istediğiniz bir şey varsa yorumlarda buluşalım. Bir sonraki sezon geldiğinde tekrardan görüşmek dileğiyle…